İSTANBUL – İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları 7 Ekim 2023’ten bu yana devam ederken, bu süreçte Kızıldeniz, Irak ve Suriye’de farklı aktörlerce düzenlenen saldırılarla birlikte çatışmaların daha geniş bir bölgeye yayılma olasılığı da tartışılıyor.
ABD’nin üslerine saldırılara ‘misilleme’ olarak Irak ve Suriye’de bazı hedefleri vurması ve bu süreçte basına yansıyan ‘ABD, Suriye’deki güçlerini çekecek’ iddiaları ise halihazırda farklı güçlerin çatışmalarını sürdürdüğü Suriye’deki durumu yeniden gündeme getirdi.
Peki, Suriye’de durum ne? ABD’nin Suriye’den çekilmeye hazırlandığı iddiaları gerçeği yansıtıyor mu? ABD’de yapılacak başkanlık seçiminde Donald Trump’ın yeniden seçilmesi halinde ABD’nin Suriye politikasında ne gibi değişiklikler olabilir? Ve belki de daha önemlisi; olası bir Türkiye-Suriye normalleşmesi bu fotoğrafın neresinde?
Gazze’deki çatışmaların da ışığında Suriye’deki durumu değerlendiren Century International ve İsveç Savunma Araştırma Ajansı’ndan (FOI) Orta Doğu analisti Aron Lund, “Suriye, şiddetin üç farklı dalga halinde tırmanmasına sahne oldu” değerlendirmesinde bulundu.
İlk olarak Türkiye’nin kuzeydoğuda Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) yönelik saldırılarında artış yaşandığına işaret eden Lund, ekim ayında Humus Askeri Akademisi’ne yönelik saldırının ardından Rusya destekli Suriye hükümetinin de o günden bu yana kuzeybatıdaki İdlib’e saldırı düzenlediğini hatırlattı. Lund, üçünü olarak ‘en şiddetli ve istikrarsızlaştırıcı tırmanışın ise Gazze’deki savaşla bağlantılı’ olduğu görüşünde.
‘ABD’NİN İSRAİL’E DESTEĞİNİN MALİYETİNİ ARTIRMAK İSTİYORLAR’
Bu süreçte Lübnan’daki Hizbullah ve Yemen’deki Husiler gibi İran’la bağlantılı diğer aktörlerin de bölge çapında harekete geçmesiyle İsrail’in Suriye’ye hava saldırılarını artırdığına işaret eden Aron Lund’a göre, “Suriye hükümeti, İsrail ile doğrudan çatışmalardan kaçınmaya kararlı görünüyor ancak Hizbullah için stratejik derinlik rolü oynayarak ve İran’dan destek gelmesine yardım ederek daha geniş anlamda çatışmanın bir parçası olmayı sürdürüyor.”
29 Ocak’ta ABD’nin Ürdün’deki üssüne yönelik saldırıda üç ABD askerinin ölmesi ise bölgesel dinamiklerde önemli bir dönüm noktası olarak öne çıkıyor. İran destekli grupların Ekim 2023’ten bu yana bunun gibi onlarca saldırı düzenlediğine işaret eden Lund, “Bu, kendilerine ‘direniş ekseni’ diyen, İran öncülüğündeki grupların Hamas’a destek olarak benimsedikleri bölgesel stratejinin bir parçası” diye konuştu.
Lund, sözlerini şöyle sürdürdü: “İran destekli gruplar, ABD’nin İsrail’e olan desteğinin maliyetini artırmak, hasar yaratmak ve ABD’yi Washington’ın istemediği, bölgesel çıkarlarına zarar verecek tırmandırıcı bir sarmala doğru kışkırtmak istiyor. Hizbullah’ın İsrail-Lübnan sınırındaki tırmanışı, Kızıldeniz’deki sivil gemilere yönelik Husi saldırıları ve aynı zamanda Irak ve Suriye’deki ABD üslerine yönelik saldırılar, bu koordine edilmiş eylemin bir parçası.”
‘ABD BASKIYI KABUL ETMESE DE SİYASİ HESAPLARININ ÖNEMLİ BİR PARÇASI’
Aron Lund’a göre, İran destekli gruplar, düzenli olarak baskıyı artırıp bölgeyi büyük ölçekli bir çatışmanın eşiğine getirirken, Washington’a Gazze’de ateşkesi sağlar sağlamaz saldırılarına son vereceklerinin sözünü vererek bir çıkış yolu da sunuyor.
Lund, buradaki stratejiyi ise şöyle açıkladı: “Biden yönetiminin Gazze çatışmasına ilişkin maliyet-fayda analizini değiştirmeyi umuyorlar. Başka hiçbir hükümetin İsrail üzerinde ciddi bir nüfuz kullanamayacağını biliyorlar; bu yüzden de ABD’ye baskı yapmak stratejilerinin kilit noktasını oluşturuyor. Umutları, ABD’nin Gazze’de, Hamas’ı yıpranmış bir halde ama hayatta bırakacak bir nihai son yaratmasını sağlamak.”
Bunun ‘hiç kimsenin istemediği yıkıcı, bölgesel bir savaş riski barındıran çok tehlikeli bir strateji olduğuna ama bir etkisi olmuş gibi göründüğüne’ dikkat çeken Aron Lund, “Bu saldırılar ve takip eden siyasi krizler, ABD için hem ülke içinde hem ülke dışında sayısız sorun yaratıyor. ABD, hiçbir zaman Kataib Hizbullah ya da Husiler gibi grupların baskısını hissettiğini kabul etmeyecektir ancak bu olaylar eminim ki şu anda Washington’ın siyasi hesaplarının önemli bir parçası” değerlendirmesinde bulundu.
‘ABD, İSTEMESE DE SURİYE’DEN ÇIKMAK DURUMUNDA KALABİLİR’
Peki, özellikle son dönemde Suriye topraklarındaki ABD üslerine yapılan saldırılar düşünüldüğünde, ABD’nin Suriye’den çekilmeye hazırlandığı iddiaları gerçeği yansıtıyor olabilir mi? “ABD’nin Suriye’den çekilmeyi planladığını düşünmüyorum ama görünüşe göre bu konu bir düzeyde tartışılıyor” diyen Aron Lund, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunun çoğunlukla ‘ya olursa’ senaryosuna karşı planların yapıldığı bir muhtemel durum planlaması olduğunu sanıyorum. ABD istemese de Suriye’den çıkmak zorunda kalabilir; dolayısıyla, böyle bir durumu nasıl ele alması gerektiğini çözmesi gerekiyor.
Çelişkili bir şekilde, Suriye’deki ABD varlığına yönelik temel tehdit muhtemelen Irak’tan geliyor. Irak’ta İran’ın telkiniyle düzenlenen saldırılar ve ABD’nin misilleme saldırıları, Irak içinde gerilimi artırdı ve ABD öncülüğündeki Koalisyon’un çıkarılması çağrılarını beraberinde getirdi. ABD’nin Iraklı yetkililer ile olan ilişkileri, oldukça gergin bir hal alıyor. ABD eğer Irak’tan çıkarsa Suriye’de konuşlu Koalisyon güçlerinin de muhtemelen lağvedilmesi gerekecek çünkü kuzeydoğu Suriye’ye güvenli ve güvenlikli bir erişim noktası kalmayacak. Böyle bir kararın yakın olduğunu düşünmüyorum ama olabilir.
Aslına bakılacak olursa, eğer ABD-Irak ilişkileri herhangi ciddi bir şiddet olayı dolayısıyla tamamen raydan çıkacak olursa, bazı şeyler çok hızlı bir şekilde çözülebilir. ABD açısından bu olasılık için plan yapmak ihtiyatlı görünüyor.”
‘SDG, TÜRKİYE KARŞISINDA RUSYA’DAN KORUMA İSTEYEBİLİR’
ABD’nin bu süreçte muhtemelen Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) topraklarında yeniden üs oluşturmak ya da uzaktan destek sağlamak gibi fikirleri değerlendirdiğini söyleyen Lund, böyle bir durumda yaşanabilecekleri ise şöyle anlattı:
“ABD’nin SDG’nin sahadaki durumunu ve Türkiye’ye karşı başka bir koruyucu bulma ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurması gerekecektir. ABD, Kürtlerin öncülüğündeki güçler için istihbarat paylaşımı, hava desteği vs. şekillerde bir çeşit ufuk ötesi desteği devam ettirebilir ama bunun Türkiye’yi uzun süre boyunca caydıracağından şüpheliyim. SDG, Türkiye’nin saldırılarında ezilmemek için Rusya’dan koruma isteyecektir; bu ise Rusya’nın müttefiki olan Esad ile bir anlaşmaya varmayı gerektiriyor.
Esad’ın ise sıkı pazarlık yaptığı biliniyor: SDG’yi bağımsız bir aktör olarak bırakmak istemeyecektir; kendi yönetimine razı göstermelerini isteyecektir. Bu, halihazırda 12 yıldır devam eden Kürt özyönetim deneyimini az çok şiddet yoluyla çok kolaylıkla sona erdirebilir.”
ABD’DE 2. TRUMP DÖNEMİ İHTİMALİ: ‘KİMSE NE YAPACAĞINI BİLMİYOR’
ABD’nin Suriye’deki bir sonraki adımı tartışılırken şüphesiz hesaba katmak gereken bir etmen daha var: Kasım ayında ABD’de yapılacak başkanlık seçimi ve Cumhuriyetçi eski başkan Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönme ihtimali. Trump’ın olası ikinci başkanlık döneminin de ilk dönemde olduğu gibi ‘vahşi bir yolculuk’ olabileceğine işaret eden Aron Lund, “Trump’ın net ve detaylı bir politikası yok; sadece hızlı, doğaçlama ve dramatik eylemler konusunda hak edilmiş bir ünü var” yorumunu yaptı.
“Hiç kimse gerçekten ikinci başkanlık döneminde Orta Doğu’da ne yapacağını bilmiyor; sadece muhtemelen büyük jestler ve radikal kararlar olacağı biliniyor” değerlendirmesinde bulunan Lund, “Trump’ın Orta Doğu’ya bakışının merkezinde çelişkiler var” diyerek ABD’de olası bir 2. Trump dönemi hakkında şu öngörüleri paylaştı:
“Trump, İsrail’i seviyor, orası kesin; İran’dan ve Obama’nın artık yürürlükte olmayan nükleer anlaşmasından da nefret ediyor; peki. Ama sonra ne olacak? Pek çok Amerikalı gibi o da ‘kum ve ölümden’ başka bir şey olmadığını söylediği bölgeden çekilmek istiyor. Ama bu İran’a karşı durma hırsı ile nasıl bağdaşıyor? Ve Orta Doğu politikasını yönetmesi için kimi seçecek? Bu, müdahaleci İran şahinlerinden biri mi olacak yoksa askerleri ülkeye geri getirmeyi tercih eden soyutlanma taraftarı bir isim mi?”
SURİYE’YLE NORMALLEŞME: ‘RUSYA ŞU AN İÇİN VAZGEÇMİŞ GÖRÜNÜYOR’
Öte yandan, tüm bu gelişmeler ışığında, olası bir Türkiye-Suriye normalleşmesi mayıs seçimleri öncesinde olduğu kadar konuşulmasa da önemli bir gündem maddesi olmayı sürdürüyor. İki ülke ilişkilerinin ‘kısa vadede onarılamayacak kadar mahvolmuş durumda’ olduğuna dikkat çeken Aron Lund, iki hükümet arasında pek çok konuda anlaşmazlık olsa da aynı zamanda pek çok ortak çıkarlarının da olduğuna işaret etti:
“Her ikisi de SDG’ye karşı, ikisi de sınır ötesi ticaretin devam etmesine ihtiyaç duyuyor, ikisi de İsrail’e karşı Filistinlileri destekliyor, gibi… Burada sınır güvenliği ve ekonomik düzenlemelerden, mültecilere yönelik yeniden iskan planları, istihbarat paylaşımı, muhaliflerin sınır dışı edilmesi ve siyasi tanımaya kadar oynanacak kartlar var.”
Pek çok şeyin ülkelerin iç meselelerine ve bölgesel duruma bağlı olduğuna dikkat çeken Lund, “Mevcut durumda, normalleşme konuşmaları, Türkiye’nin gelecekte bir zamanda güçlerini çekme sözü verip vermeyeceği ve eğer verirse bu sözün nasıl ifade edileceği meselesinde tıkanmış görünüyor. Suriye hükümeti, bu konular hakkında inatçı ve paranoyak ama Türkiye de ilginç bir şekilde şeklen bir ödün verme konusunda isteksiz görünüyor. Ortaya çıkmamış diğer konular da görüşmeleri geciktiriyor olabilir ya da her iki taraf da sürecin en başındaki iyi niyet ve enerjisini tüketmiş olabilir. Putin’in Suriye özel temsilcisi Alexander Lavrentyev’in son yorumlarına bakılacak olursa, Rusya, kesinlikle şu an için vazgeçmiş görünüyor” değerlendirmesinde bulundu.
‘2022’DEKİ NORMALLEŞME GÖRÜŞMELERİ UKRAYNA SAVAŞININ YAN ETKİSİYDİ’
“Tahminim; işlerin yürümesi için bir çeşit dış uyaranın olması gerekebilir” diye konuşan Lund, “ABD’nin yakın zamanda Suriye’den çekilme olasılığı, Şam ve Ankara’yı kesinlikle teması sürdürmeye, çıkarlarını güvence altına almaya ve çatışmalardan uzak durmaya teşvik edecektir. Rusya’nın müdahil olma konusunda bir çıkarı olacaktır. Tam bir uzlaşıya varabilmeleri olası olmasa da kısmi anlaşmaların çatışmanın gidişatı üzerine temel bir etkisi bulunacaktır” öngörüsünde bulundu.
“Gelecekte bilinmeyen bir krizin de Şam ve Ankara’yı bir araya getirebileceğini hayal edebiliriz” değerlendirmesini yapan Aron Lund, 2022 yılının sonunda Suriye ve Türkiye arasındaki normalleşme konuşmalarının başlamasının ‘bir ölçüde’ Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşının ‘planlanmamış bir yan etkisi’ olduğu görüşünde.
“Benzer şekilde, bir yıl önce yaşanan trajik deprem, Suriye’nin Arap bölgesine yeniden entegre olmaya başlamasına yardımcı oldu, bu da Suudi Arabistan ile normalleşme ve Suriye’nin Arap Birliği’ne yeniden kabulü ile sonuçlandı” diyen Aron Lund, “Bu kadar trajik ve yıkıcı olmayacağını umduğum bu tür bir olay, Suriye-Türkiye normalleşme görüşmelerini canlandırmak için gerekli olabilir” öngörüsünü paylaştı.
* Bu haberdeki görüşler, Aron Lund’un kişisel görüşleridir; The Century International ya da İsveç Savunma Araştırma Ajansı (FOI )adına paylaşılmamıştır.
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)